Alerji genetik yatkınlığı olan yani anne, babası ya da kardeşlerinde alerjik hastalığı olan bireylerde çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Genetik yani kalıtımsal özellikler alerjik hastalıkların ortaya çıkması açısından önemlidir. Son yıllarda giderek artan alerjik hastalıkların sıklığı “hijyen hipotezi” ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu hipoteze göre sosyal ve ekonomik gelişime paralel olarak doğal yaşamdan uzaklaşılması bağışıklık sistemimizin farklı yönde davranışlarına neden olmaktadır. Doğal yaşamdan uzaklaşma, yoğun aşılama programları ile enfeksiyonlardan korunma, beslenme alışkanlıklarının değişimi, çekirdek aile yaşamı, hava kirliliği, tütün dumanına maruz kalınması vb gelişen dünyamızdaki yaşam tarzlarımızdaki değişiklikler alerjik hastalıkların gelişimine zemin hazırlamaktadır. Bu süreçte bağışıklık sistemimizde olması gereken ve yabancı maddelere karşı verilmesi gereken normal yanıtlarda değişiklikler olur. Ve sonuç olarak genellikle hayatın ilk yıllarından başlamak üzere vücudumuza yabancı ama zararı olmayan maddelere (ev tozu akarları, polenler, besinler vb) karşı IgE olarak adlandırdığımız antikorlar üretilmeye başlar (duyarlılaşma).
Sonunda zararsız olarak bilinen maddeler birey için “antijen” haline gelmiştir. Alerjen olarak adlandırılan bu antijenler solunum yoluyla, deri, ağızdan ya da enjeksiyon ile vücudumuza girebilir.
Antijene özgün IgE yapısındaki antikorlar mast hücrelerinin yüzeyinde tepkimeye girerek bu hücrelerden histamin ve çeşitli maddelerin salınımına neden olurlar. Ve o bölgede ani başlayan reaksiyon meydana gelir. Bulgularda organa göre farklılıklar gösterir. Bu reaksiyonlar hafif olabildiği gibi yaşamı tehdit eden anafilaksi (şok) gibi de olabilir. Örneğin bahar ayında polenlere maruz kalan bir kişide burun semptomları ortaya çıkarken başka birinde astım bulguları görülebilir.